Geçtiğimiz yıl WTM 2008 fuarı için ilk defa Londra’ya gitmiştim. Lise ve üniversitede okuduğumuz İngilizce text bookların da etkisiyle kafamda Londra’yla ilgili birçok düşünce belirmişti. Big Ben, Trafalgar Meydanı, Hyde Park, Madame Tussaud Müzesi…. Yoğun iş programı nedeniyle Londra’nın birçok yerini göremedim, ancak Londra’nın demiryolu sistemini iyice inceleme fırsatım oldu. İngilizlerin toplu taşıma sistemlerini nasıl marka haline getirdiklerine şahit oldum.
Londra’daki demiryolu sistemi veya bir bölümüyle Londra Metrosu, şehrin dört bir yanına ulaşıyor. Oyster card denilen ve Bursa Belediye’sinin uyguladığı Bukart gibi bir sistemleri var. Bu kartın içine yeterli miktarda para yükledikten sonra, turnikelerden beklemeden geçebiliyorsunuz.
Londra Metrosu’nda sabahın en erken saatlerinde bile gişe görevlilerine rastlayabiliyorsunuz. Bu görevliler jeton ve Oyster card satışı dışında, adresle ilgili sorularınıza da hızla cevap veriyor. Metro girişlerinde çeşitli boyutlarda, metro durak haritaları var. Böylece dilediğiniz yere giden metroyu hızla bulabiliyorsunuz.
Trenlerde çeşitli ikaz işaretleri de var. Örneğin yakında İstanbul Metrosu’na da asılmasını şiddetle arzu ettiğim ve yolcuların “walkman/ipodlarının” seslerini diğer yolcuları rahatsız etmeyecek şekilde kısmalarını öğütleyen uyarı levhaları bulunuyor.
Metro’daki belediye görevlileri her an size yardım için hazır bekliyor.
Londra metrosu o kadar büyük bir marka haline gelmiş ki, insanlar durak levhalarının önünde ve metro girişlerinde hatıra fotoğrafı çektiriyor. Londra metrosunun magnetleri, hediyelik eşya dükkanlarına en çok satılan ürünler arasında.
Hatta İstanbul Metrosu’nda da bulunan sarı hattı bile, kupaların ve magnetlerin üstüne basmışlar. Londra’daki dükkanlar dışında da, Londra Metro’sunu tasarımlarında kullanan markalar var. Örneğin Pull and Bear, 2009 erkek yaz kreasyonunda, üstünde Liverpool durağının resmi olan t-shirtlerden bastırmıştı.
Londra’da yaşayanlar, metroyu ve şehir kültürünü o kadar benimsemişler ki, dışarıdan gelen bir turist bile bu kültüre hemen adapte olabiliyor.
Markalaşmaya çalıştığını söyleyen İstanbul Metro’sunda ise durum biraz karışık. 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmaya hak kazanan İstanbul, daha metro sistemini bile oturtamamış durumda. İşe öncelikle yolcuları bilinçlendirmekle başlaması gerekiyor.
Örneğin, Londra metrosu’ndaki gibi güzergah haritalarının çeşitli anahtar konumlarda bulunması çok önemli. Bu haritalara belediye’nin çeşitli duyuruları da eklenebilir. Her gün işe gidiş ve gelişlerde, ayrıca hafta sonu gezmelerinde metroyu yoğun bir şekilde kullanmama rağmen, gişe görevlileri yerine hizmet verecek jeton makinalarını tam da sabah işe koştururken farkedebildim.
Belediye daha önceden yolcuları uyaran bir afişe, broşüre nedense gerek duymamıştı. 1 Aralık 2009, Salı akşamı ise Taksim durağında, birçok kişi çoğu çalışmayan jeton makinelerinin önüne yığılmış, üzerinde görevli olduğunu belirten kartlar bulunmayan “sözde görevli” kişilere dertlerini anlatmaya çalışıyordu. Birçok turistin yardım almak için nasıl çırpındığını herkes gibi ben de gördüm….
Konferans salonları, lüks oteller, finans merkezleri İstanbul’da hızla artıyor. Ancak ulaşım altyapısı plansız bir şekilde gelişiyor. Markalaşmaya çalışan, yabancı yatırımları ve turistleri çekmeye çalışan bir İstanbul’un metrosunda bile markalaşmayı düşünmeden plansız işler yapması son derece kötü.
Bursa’nın marka danışmanı Güven Borça ile başladığı çalışmalara, İstanbul Belediyesi’nin de bir an önce adapte olması lazım. Yapılan her aksiyon, marka kimliği düşünülerek planlanmalı ve sonrasında aksiyona geçilmeli.
Aksi halde İstanbul Metrosu magnetlerinin yabancı turistlerin buzdolaplarını süslemesi bir hayal olarak kalır. Hatta istanbul magnetlerinin yerli turistlerin bile ilgisinden çıkması söz konusu.
*: Bu makale pazarlamadunyasi.com’un Aralık 2009 sayısında da yer almıştır.